Türk milleti olarak 1960’lı yılların ikinci yarısından başlayarak, siyasi terörle (anarşizim) tanıştık ve 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar 10 bine kadar eğitimli gencimizi kaybettik. Askeri darbeyle siyasi terör bitirilirken, anarşizm kılık değiştirerek bölücü teröre dönüşmüştür.
Bölücü terör örgütünün ortaya çıktığı ilk günlerde ülkemizde siyaset yapanlar “3-5 çapulcunun yaptığı olaylardır. Üstünde durmaya değmez” diyerek olayı hafifsemiş, böylece vizyonsuzluklarını ortaya koymuşlardır.
Zaman geçmiş, o “3-5 çapulcu” denilen bölücü örgüt ve onun siyasi kanadı malum siyasi parti güçlenmiş ve bugün Anayasamızda “Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dili Türkçedir” ifadesine rağmen, millet iradesinin tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kürtçe konuşma yapma densizliğini gösterecek kadar ileriye gitmiştir.
Bölücü terör örgütünün ilk kanlı eylemini gerçekleştirdiği 15 Ağustos 1984 tarihinden bugüne kadar 10 bine yakın asker, 1400 köy korucusu, 265 polis ve 100’e yakın öğretmenimizi şehit etmiş, bu olaylarda 6 bine yakın masum sivil vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.
Bu insanlar niçin hayatını kaybetmişti?..
Bu insanlar, Anayasa’da ifadesini bulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel niteliklerini korumak, ülkemizin milletiyle bölünmez bütünlüğünü sağlamak ve milletimizin huzur ve refahını temin için bedenlerini kahpe kurşunlara hedef etmiştir.
Ceza yasalarımızda suç kapsamına giren eylemlerden dolayı masum vatandaşlarımızın haklarını korumak, can ve mal emniyetini sağlamak uğruna hayatının baharında kara toprağa girmişlerdir. Geride bıraktıkları anne, baba, eş, çocuk ve sevenleri vatan, millet, bayrak sevdası ile al bayrağa sarılı tabutlarının başında “Vatan sağ olsun” diyerek acılarını kalplerine gömerken, gözlerinden akan yaşı kalbindeki Devlet, Millet ve Bayrak sevgisiyle yüreklerine akıtmışlardı. Onlar için “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattı”. Çünkü Ata’sından öyle öğrenmişti.
Biz de böyle düşündük. Evlatlarımızı hayatlarının baharında kara toprağa verirken.
“Vatan, millet ve bayrak için” dedik, öyle teselli ettik kendimizi. Yüreğimizden taşan acıyı öyle dindirdik.
Ve geldik 16 Şubat 1999’a…
Bölücübaşı Kenya’dan getirilmiş ve yüce Türk Adaleti’ne teslim edilmişti.
İşte o gün bizim bayramımızdı. Sadece bizim değil, ülkesine bağlı, milletini seven bütün yurttaşlarımızın bayramıydı. Devletimizin birlik ve bütünlüğüne göz diken hainler, milletimizin huzur ve rafahını bozmaya çalışanlar hak ettikleri cezaya çarptırılacak ve evlatlarımızın, uğruna can verdiği değerler yaşayacak, kanlarının hesabı sorulacaktı…
Ancak, ne olduysa bundan sonra oldu.
Oy kaygısını milli menfaatlerden daha önde tutan siyasetçiler, önce idam cezasını kaldırdılar, bölücübaşına bir ada tahsis ederek, onun orada bölücü örgütü yönetmeye devam etmesine izin vererek şehit ailelerinin acılarını tazelediler, canlarını acıttılar. Daha sonra, bölücü örgütün ve yandaşlarının taleplerini masum, demokratik hak talebi ve ifade özgürlüğü olarak görüp müsamaha gösterdiler.
Gelinen noktada bölücü terör örgütünün siyasi kanadı olduğunu açıklamaktan çekinmeyen, bölücü başının ulusal önderleri olduğunu açık açık beyan eden, yurdumuzun Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü sağlamak ve vatandaşlarımızın huzur ve refahını temin amacı ile görev yapan güvenlik kuvvetlerimizi işgalci olarak tanımlayan, hatta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Başbakanı’na Doğu ve Güneydoğu illerine gitmemesi konusunda gözdağı vermekten çekinmeyen bir süreci yaşatmıştır.
Ve nihayet, Türkiye Büyük Millet Meclisi grup salonunda Kürtçe açış konuşması ve bunu yapan da soyadını “Türk” olarak benimsemiş zat-ı muhterem. (!)
Bu durumu mazur, masum göstermenin, bunu demokratik ifade özgürlüğü gibi değerlendirmenin ileride nelere yol açacağını, nelerin başlangıcı olacağını ve arkasından hangi taleplerin geleceğini iyi hesap etmek gerekir.
Lider olmak, devlet adamı olmak; olayları doğru okumakla, doğru yorumlamakla ve doğru öngörülerde bulunmakla olunur.
Böylesi durumlara sınırsız bir sabır ve koşulsuz müsamaha gösterilirse, korkarız ki şehit anaları, babaları, eş ve çocukları bunu yapanlardan bir gün hesap sorarlar.
Kuralsız demokrasi olmaz.
Kurallara uymayanlar, belli yaptırımlara muhatap olurlar.
Kurallara uymayarak, yasaların suç saydığı eylemleri işleyenler yüce Türk Adaleti tarafından kamu adına mutlaka cezalandırırlar.
Çağrımız; millet iradesinin tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki bütün siyasi partileredir.
Çağrımız; bağımsız Türk yargısınadır.
Eğer sizler gereğini yapmazsanız, bu haddini bilmezlere Türk Milleti adına hadlerini bildirmezseniz, tarih sizden mutlaka hesap soracaktır.
Şehitlerimizin aziz kanları size yatağınızda rahat uyku göstermeyecektir.
Saygılarımızla…
25 Şubat 2009
İzmir Şehit Aileleri İnsan Hakları Yardımlaşma Derneği Yönetim Kurulu Adına
Nurettin Yeşilbağ
Yönetim Kurulu Başkanı